30 Ekim 2013 Çarşamba

The Long Earth...Geldim, gördüm, okudum, beğendim

Hanım'a geçen doğum gününde bir kitap hediye edeyim dedim. Baktım aylardan Ekim, dedim bari ben okuyayım (Hanım'a sitem).

Oldukça hoş ama artık yavaş yavaş klişe olmaya başlamış bir fikri, gayet orijinal bir şekilde sunuyor. Bulunduğumuz evrenden onlarca, binlerce belki milyarlarca olması ve her vatandaşın bir gecede bir başka evrene "adım" atabilme kabiliyetine sahip olması ve bunu işleyiş şekli, her ne kadar biraz hafif de kalsa, gayet başarılı.

Evren bir patates kadar uzakta
Kitapta, yaşantımızda gayet benimsediğimiz doğanın, hatta pek düşünmediğimiz evrenin olası varyasyonlarının oldukça ilginç sonuçlara sebep olabileceğini görebiliyoruz. En çok hoşuma gidense sınırsız evren varyasyonlarında hiç insan olmaması ve insanı oluşturan olaylar zincirinin ne kadar düşük bir ihtimalle aynı sırada olabileceğini (o kadar az ki aslında olamayabileceğini) ve aslında var olarak bile ne kadar şanslı olduğumuzu görebilmemizi sağlıyor. Eğer böyle şehirli mehirli, aman diğerinin aynısı da azıcık farklıydı aslında diye fringe tarzı bir durum olsaydı kitabı okumazdım ne yalan söyleyim.

Düşünsenize, sonsuz bir evren ve ulaşmak için ihtiyacınız olan tek şey sırt çantanıza doldurabildiğiniz herşey (bazı küçük limitler var tabii) ve patates. Gider miydiniz?

+'lar

  • Klişe fikir ile mükemmel hikaye tabanı oluşturma,
  • Yaratıcı, patates ile yatay seyahat durumu.
  • Evrenlerin gerçekliği ve olasılıkları düşündürmesi
  • Yorulmadan okunabiliyor. (Çıtır çerez niyetine diyeceğim ama yazar ben olsam bana kızardım valla ne demek çıtır falan diye. Öyle ama ne yapayım.)

-'ler


  • Sığ ve tuhaf anlatım şekli. Nedense ingilizcesi bile çeviri gibi geliyor.
  • O kadar olasılığı 1-2 paragraf ile geçiştirme. Birkaç kitap sanki tek kitaba sıkıştırılmış gibi.
  • Karakterlere tam bağlanamama. Hikayenin önemli toplamda 5 karakteri varken hiçbiri için hiçbirşey hissedememek de tuhaf bir his oldu. İlk defa yaşıyorum.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder