28 Kasım 2014 Cuma

Güle Güle Bozcaada, Hello Ayvalık! (6. Gün )

Merhaba Sevgili Okur, naber ?

Muhteşem tatilin sonlarına yaklaşıyoruz. Bugünün konusu, Bozcaada'dan çıkış, son merkez üssü Ayvalık'a geçiş ve ben yine bol görselli bir yazıyla karşınızdayım.



Bir önceki gün, denizde nasıl yorulduysak artık, deliksiz bir uyku çektik. Sabah da kalktığımızda nefis bir ada sabahına kalktık. Yine o muhteşem kahvaltımızı yaptık. (Bkz: Bozcaada Günü)  Bugün adayı terk-i diyar eyleyeceğimizden,eşyalarımızı topladık ve otel sahibesi ile vedalaştık. Vedalaşma sırasında da öğrendiğimiz kadarıyla rezervasyon  ve ödeme yaptığımız aracı kurum, otellerden 15% komisyon alıyormuş, eğer otel ile direk iletişime geçseymişiz, daha makul bir fiyata kalabilirmişiz. Bu bilgiyi,  bir sonraki rezervasyonumuzda kullanmak üzere bir kenara yazdık ve feribot iskelesinin yolunu tuttuk. 

Adadan ayrılırken yine pek fazla zaman kaybetmedik. Artık arabayı feribota sokarken, inerken epey tecrübe kazandığımız için daha seri hareket edebiliyorduk. Yaklaşık 1 saat süren yolculuktan sonra Geyikli limanına vardık.

Bozcaada'dan giderken...

Günün hedefi, önce İzmir - Çanakkale Yolunu kullanarak Küçükkuyu - Adatepe köyüne  gelmek, bu bölgedeki zeytinyağı müzesi ve Zeus Altar'ını görmek, ardından  Bergama'ya kadar inip, bu bölgeyi gezmek ve son olarak da son merkezimize Ayvalık'a yerleşmekti. 

Yine Ezine üzerinden Edremit Körfezi'nin kuzey kısmına kadar indik. Sahildeki yola çıktığınızda sizi karşılayan köy, Küçükkuyu köyü.  Bu köyü en iyi anlatan şey zeytinyağı. O kadar ki, Zeytinyağı Müzesi bile var :)  Bu arada, Küçükkuyu köyüne yakın ama kıyıdan biraz daha içerilerde Adatepe Köyü var. Bana sorarsanız, hala köy olarak kaldığını söyleyebileceğimiz, şirin olan, zeytin kokanı Adatepe köyü. Zaten müze de adını orada almış. Müzede de zeytinin ilk zamanlardan bu yana nasıl zeytin yağına çevrildiğinin öyküsünü aşama aşama anlatan maketler,  essi zeytinyağı kutuları, zeytinle ilgili antik hikayeler anlatan panolar var. 


Adatepe Zeytinyağı Müzesi
Zeytinyağı press maketleri  




Bizim yaşımız yetmiyor ama nostaljik zeytinyağı kutuları 





Zeytinyağı press maketi
Zeus Altar'ı Girişi
Müzeden çıkınca, Zeus'un burada bir altarı var dediler. Biz de madem öyle görelim dedik. Adatepe köyüne gitmek için, zeytinliklerin arasından (o zeytinlikler hala duruyor mu bilmiyorum) bir süre araçla,  bir süre sonra aracı park edip, tabanvay ile devam etmek gerekiyor. Arabayı park edip, ören yerine girdiğinizde size bir amca, yokuşu 'at'la çıkmayı teklif ediyor. Biz tercih etmedik. Yolda da kekik satan teyzeler var. Yaklaşık 1km'lik bir yokuş çıktıktan sonra ormanın içinde,  altarı görüp, üzerine çıkabiliyorsunuz.  Altarın çok bir numarası yok ama şahane halkımız, altarın yanındaki çam ağaçlarını dilek ağacına çevirmiş, çaputlar bağlamış. 


O değil de manzarası süpermiş.. 

Adatepe köyünde çıkıp, kendimizi Bergama yollarına attık. Uzun süren yolda şoförümüz Bey
oldukça virajlı yollardan Bergama'ya neticesinden ulaşmaya çalışırken, ben deniz uyumakla meşguldüm. Bergama vardığımızda hava biraz daha sıcak,  karnımız biraz daha aç ve yollar biraz daha dardı. Bunların birbiri ile ne alakası var diyebilirsiniz. Anlatayım: Bergama'ya girdiğimizde her yer turistik kahverengi tabelalarla doluydu.  Zaten Bkz. Bergama Tarihi  Biz de makul bir yere arabamızı bırakalım da gezelim dedik. Her zaman ki gibi arabayı bir sokağa bırakıp, yürümeye başladık.  Merkezdeki çarşıyı filan dolaştık,  böyle bakınarak powerwalk yapıyoruz etrafta.  Rahat bir yarım saat - 45 dk sonra Bey cüzdanın yanında olmadığını fark ettik. Bunun üzerine zaten sıcak olan havada üzerimizden bir kaynar su boşandı. Tam ters istikamet arabaya yollandık. Panik içinde, hem yollara bakıyoruz hem inşallah arabadadır temennisi içinde döndüğümüzde cüzdanı bulduk, rahatladık. Yürüyüşe devam ettik. Gezmeye çalıştığımız yerlerin 'restorasyon'da olduğunu görünce moralimiz bozuldu. Hem açız, hem restorasyon yüzünden gezemiyoruz, hem sıcak hem böyle bir stres atlatmışız hem de acil lavabo ihtiyacı oluşunca, apar topar taksiyle, nette popüler olan bir yere gittik. Gittiğimiz yer  tam bir liseli mekan çıktı ve  kızartma makinesi bozukmuş. Biz bunun üzerine boynumuzu büküp tost ayran yaptık.  Dönüşte, bari  arabaya kadar şehrin içinde yürüyelim dedik. Sanırım yiyebileceğimiz en kötü yerde yemişiz, Bergama'nın süper börekçileri varmış. Yolda bire sürü 'keşke' dedik. Bu da bize ders oldu. 
Arabaya vardığımızda, maalesef Bergama'nın kalan tarihi yerlerini gezmek için motivasyonumuz kalmamıştı. Bir an önce kendimiz Ayvalık'a atmak için sabırsızlanıyorduk. 
O kadar sabırsızlandık ki, park ettiğimiz o daracık sokakta geri manevra yapacağız derken arabanın bir kenarını duvara sürttük ve daha sonra düşerek kendini bize gösteren tekerlek panjurumuzu çarptık. Ya sabır çekerek, kendimizi Ayvalık otobanına attık. Şehre girişimiz her ne kadar sanayi tarafında olsa da çıkışımız süper ötesi otobandan oldu. Ve biz Bergama'yı geride bıraktık. 

1,5 saatlik süren bir yolculuktan sonra Ayvalık'a girdik ve ne görelim. İstanbul ahalisi burayı henüz terk etmemiş. Ayvalık'a girip Cunda'ya geçmemiz de bir o kadar sürdü. Bu arada, tam Cunda'ya geçen köprüye geldiğimizde polis durdurup panjurunuz düşmüş dedi. Biz de 'aa evet filan' dedik, bir kaç dakika sonra bir gürültü koptu, bir şeyi ezdik sandık. Meğerse, panjur tamamen düşmüş, biz de üzerinden geçmişiz. Panjuru arabaya alıp lastikleri de kontrol ettikten sonra Cunda'ya doğru devam ettik.  Bundan sonra yeni macera oteli daha doğru pansiyonu bulmaktı. Arabayla ana cadde üzerinden devam ederken oteli bulduk ama ciddi bir park yeri sıkıntısı olduğunu gördük.  Bey beni arabadan atıp, tek yönlü sokaklarda park yeri aramaya gitti. Ben de işletmecisinin aynı olduğunu öğrendiğim alt katı hediyelik eşya, üst katı pansiyon olan küçük yere girdim. Şirin bir bayandan Yoğun kalabalık yüzünden belediyenin park yerlerine el koyduğunu, odamızın hazır olduğunu öğrenip Bey'i beklemeye başladım. O da şans eseri biraz uzakta ama süper bir park yeri bulmuş, elinde bavulumuzla döndü. Pansiyon sahibi bavulumuzu görünce, 'bununla odaya inş sığarsınız' dedi. Hakikaten dediği kadar da varmış. O da o kadar dardı ki bırak iki kişiyi, bir kişi bile ayakta zor duruyordu. Bavulu açmak için, yatağa oturup,  o şekilde içinden eşyanızı alabiliyordunuz. Ayrıca kahvaltı için Cunda'nın meşhur Taş kahvesi ile anlaşılmıştı. Her gün kahvaltı kartı almamız gerekiyordu. Allahtan Wifi vardı, (eğer odada çok kalmak isterseniz) ve tv ve minibar. Sanırım gördüğüm en küçük banyo bu odadaydı. Duşakabin içinde lavabo ve saç kurutma makinesini ilk defa burada gördüm. Klozeti dışarı koymayı akıl etmişler ama... 

İçtiğim en iyi limonata olabilir kendisi

Gördüğümüz manzara karşısında biraz da üzülsek de.. Yapacak bir şey yoktu. Hem odanın parasını önceden vermiştik hem de zaten o tarihte hiç bir yerde boş oda yoktu. Bergama'da yaşadığımız talihsizlikler ve odamızın küçüklüğü üzerine kendimizi yemeğe vermeye karar verdik. Pratik bir duş sonrası, kendimizi dışarı attık. Yalnız hakkını yemeyelim, pansiyonun yeri muhteşem; cundanın tam merkezi, çarşının ortası, sahile 3 adım bile değil 2 adım... O derece.. O sebeple uzun sahilde cunda keşif gezisine çıktık. Bütün sahili gezip yiyecek opsiyonlarımızı değerlendirdik. Cunda da, Bozcaada gibi rakı- balık konusunda iddialı. Bir sürü balık lokantası var denize nazır. Bu kültüre çok aşina olmadığımızdan alternatifler aradık. İyi ki de aramışız; günü muhteşem kapattık. Sahilin sonlarına doğru Cook Point Cunda diye bir yer keşfettik. Sınırlı sayıda masası, organik bir mutfağı, harika bir ortamı ve şık servisleri ile bize keyifli bir akşam yaşattılar. 


Şu fincanın zarefetine bakar mısınız?


Çok maceralı bir gün geçirsek de, gün sonu güzel oldu. Yemekten sonra sahilde biraz daha yürüyüp biraz da dondurma keyfi yaptık. Burnumuzun dibindeki çarşıyı gezdik ve dinlenmek üzere odamıza çekildik.

Görüşmek üzere...

Hanım

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder