17 Kasım 2014 Pazartesi

Çanakkale'den Bozcaada'ya Geçiş.. (4. Gün)

Merhaba Sevgili Okur,

Nasılsın? Canım ülkemin her gün ayrı bir yerinde birilerinin canı yanarken, biz de öyle geçinip gidiyoruz. Böyle günlerde yazdan kalma günleri yad etmek biraz olsun iyi geliyor. Bu günkü yazımızın konusu da tam da bu duruma uygun. Gelin birlikte, tatilimizin 4. günü, Çanakkale'den Bozcaada'ya transfer olduğumuz gün neler yaşamışız, onlara bakalım.

Tatilin 4. günü epey hareketli geçti, çünkü hem çok yer gezdik hem de Çanakkale'deki otelimizden ayrılıp yeni merkez üssümüze geçeceğimizden eşyaları toplama telaşımız vardı. Sabah yine otelimizde nefis bir kahvaltı yaptıktan sonra, erkenden otelle vedalaştık. Arabamıza atladığımız gibi, kendimizi yollara verdik. Hedefimiz aslında Geyikli limanından Bozcaada'ya geçmekti ama, Bozcaada'ya ayrıca vakit ayıracağımız için önceliği yollardaki tarihi eserlere verdik.Sırasıyla, Truva, Ezine, Apollon - Smintheion, Babakale ve Asos'a (Behramkale) gidip, en sonunda Geyikli'ye geri döndük.



Restorasyondan bir görüntü
İlk durağımız,Truva Antik Kentini günün ilk saatlerinde  gezdik.Biliyorsunuz orada, tarihi  Truva atın yerine yeniden yapılmış model var. (Truva filminde kullanılan at da, Çanakkale merkezde sergileniyor) Antik Kent ise, 'tabii ki'  restorasyonda. Rehberlerle gezen yabancı turist yoğunlukta ama yerli turistte vardı. Erken sayılabilecek bir saatte orada olmamıza rağmen otobüs otobüs insan vardı. Burada da imdadımıza İş Bankası/Müze Kart yetişti. Bu şekilde ne sıra bekledik, ne kalabalıktan etkilendik. Truva antik kentini rahatça gezebildik.

Troya Kenti Katmanları

Aslına bakarsanız, Truva antik kenti oldukça önemli. Hem konumu bakımından hem de yapısal olarak. Çanakkale Boğazının girişinde, Edremit Körfezinin kuzeyinden Marmara Denizinin güney kıyılarına kadar geniş bir alanı kaplayan Truva bölgesinin Kızılçam ormanlarının arasında stratejik bir yeri var. Bununla birlikte bir şehir düşünün ki 3000 yıllık tarihinde 9 kere yıkılıp yeniden inşa edilsin, her seferinde de yukarıdaki fotoğrafta görüldüğü gibi daha da genişlesin. Gerçekten muazzam bir durum.
Günümüzde ise, bu milli park korunan alan hem UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne kayıtlı bir tarihi miras  hem de ekolojik olarak değerli bir bölge. 


 
Arkeolojiden pek anlamam ama bu kalıntıların ciddi ilgiye ihtiyacı var. İnsan gidip görünce, Almanlara Bergama müzesini taş taş kaçırıp, orada inşa edip korudukları için teşekkür ediyor. (Gerçekler acıdır.) Türk milleti olarak, gerçekten bütün sanat/tarih/doğa sevgimiz lafta. Konu icraat olunca, yerlerde sürünüyoruz. Biz daha çok ağaç keselim, var olan mükemmel ekolojik dengeyi bozalım..


Yandaki fotoğrafta gördüğünüz de bu durumun bir örneği. Kesilmiş, kamyonlara yüklenmeye hazırlanmış bu ağaçlar, yol boyunca gördüğümüz binlerce desteden sadece küçük bir kısmı.










Yoldaki ikinci durağımız Ezine'ye geldiğimizde her tarafımız peynirle ve reçelle donatıldı. Her yer 'meşhur', 'öz', 'has' Ezine peyniri satan dükkanlarla kaplı. İçlerinden birini seçip, direk daldık tabii ki. Yandaki resim, girdiğimiz dükkandaki reçel rafından çekilmiş bir fotoğraf. Domates reçeli olduğunu belki biliyordun sayın okur.Ya yeşil domates, kırmızı domates, ve sarı domates reçellerinin ayrı ayrı olduğunu biliyor muydun ?
Sadece reçel değil tabii. Zeytin'in ana vatanında olduğumuzdan, doğal zeytin yağları, zeytinli ezmeler, zeytinli soslar, sabunlar... Sonu olmayan bir ürün yelpazesi var.
Kendimizi kaptırıp, karpuz kabuğu reçeli,  zeytinli biberli sos ve nar ekşisi aldığımız bu duraktan sonra Gültepe Beldesine doğru yollandık.

Günün ikinci antik kent durağı olan Apollon - Smintheion Kutsal alanı, Gültepe Beldesinin içinde. Gültepe köyünün içinde geçerek ulaştığınız bu tapınakta da restorasyon devam ediyor ama Truva'ya göre daha bir ilerleme mevcut. Daha bakımlı, daha özenli. Ören yeri içerisinde tapınak, tarihsel kalıntılar ve  müze var. Bu kültür mirası ile ilgili detaylı bilgi için tık tık

Ören yeri girişi


Tarihi eserlerden bir görüntü



Restore edilen kısım


Zeytinlik içindeki Ören yeri - Kesilen 6000 zeytin ağacının anısına..

Fotoğrafçı Ali Onaran tarafından
çocuklara armağan edilen şipşak fotoğraf makinesi

Saatler öğlen vaktini göstermişken, temmuz güneşi tepemizde bizi yakarken tapınağı gezdik, takdir ettik.Sıra müzeye geldiğinde biraz serinledik, Çünkü kapalı ve klimalı olan müze bir alan içinde, tarihsel kalıntılar Aşil'in öldürülmesini anlatan kalıntılar bu binada koruma altına alınmıştı. Derken midemizden açlık sinyalleri yükseldi. 
Bu sefer ne yiyeceğimiz önceden belliydi. Hedefimiz Türkiye'nin adaları saymazsak en batı ucunda, Babakale'de, Uran Restaurant'ta  Kalamar yemekti. Deli misiniz, derdiniz neydi, nereden buldunuz burayı diyebilirsiniz; ama biz Löplüpçüler'e güvendik. Madem Kuzey Ege'nin en güzel kalamarı burada yeniyor ve madem biz taa buralara geldik, bu lezzeti kaçıramazdık.  Gitmişken tabii ki yöreyi de gezelim öğrenelim istedik. Köye giden yol bir çetrefilli. Baya baya buradan sonra daha yerleşim var mıdır dediğiniz yerlerden geçiyorsunuz. İşin ilginç yanı tam da bu tespiti yaptıktan sonra bir virajın arkasında bir dağ yamacında yazlıkçı sitelere rastlıyorsunuz. Hayret ederek, demek ki köye daha var diyerek yola devam ediyorsunuz. 



Gidince sanırım yemekten aklımız uçtuğu için sofranın fotoğrafını çekmemişiz. Kabul edelim, güzel kalamardı , güzel ekmekti, güzel mezelerdi ama kalamarın yanında tarator yoktu:( Okuduğumuz yorumlarda, kalamarına güvenen tarator koymaz gibi delikanlı çıkışlara rastladık ama olsa ne olurdu, daha da güzel olmaz mıydı? İçimizde bir ukde kaldı.
Yemekten sonra, köy meydanında yaban mersinli dondurma bulduk.Yerel ürün olduğundan çok lezzetliydi.

Babakale köyüne gelecek olursak, çok sakin kendi halinde bir köy. Tam burunda, en batı noktasında bir kale var, zamanında zindan olarak kullanılan..Kalenin en güzel yanı manzarası. Uçsuz bucaksız bir mavi insan büyülüyor. 
Babakale'den deniz böyle görünüyor
Babakale'de Kale kapısı

Karnımızı doyurup,  o kadar yer gezsek de,  günün Bozcaada'dan önce bir durağı vardı. O da Asos - Behramkale. Babakale için girdiğimiz yoldan geri döndük, Asos'a doğru yollandık. Yolda bazı arkadaşlar uyudu :P Yaklaşık 1 saatlik yolculuktan sonra, gördüğümüz manzara karşısında şok olduk. 'Aman tanrım, muhteşem' benzeri bir tepkiden ziyade, iğne atsan yere düşmeyecek bir kalabalık bizi epey şaşırttı. Park yeri bulmak zaten bir zulüm, ören yerine giden yol insan kaynıyor.
Gelmişken görmeden olmaz diyerek Kale'ye doğru tırmandık. Gözümüzde yolda, bir şeyler satmaya çalışan teyzelerin tezgahında orijinal bir şeyler aradık. Ama maalesef bulamadık.Tezgahlardaki ürün neredeyse birbirinin aynısıydı. Sadece kekik ve baharatlar oraya ait duruyordu. Sadece, Asos'un girişinde Cam Atölyesi var. Hatırladığım kadarıyla,  çok tatlı bir hanım  kendisi cam ürünlerini  kendisi yapıp, satıyordu. Oradan, şirin bir servis tabağı satın aldık. 
Kale'ye çıktığınızda yine müze kartla giriş yapılabilen ören yerini gezdik.   Tarihi bilgi için tık tık.
Sonra orada, antik liman olduğu öğrenip arabamıza geri döndük ve kalabalık gerçeği ile tekrar yüzleştik. O kadar kalabalıktı ki,  sıcağın da etkisi ile limanı görmeden döndük. Asos macerası da böylelikle bitmiş oldu.

Artık istikamet Bozcaada'ydı. Önce geldiğimiz o yolu Ezine'ye kadar geri döndük, sonra Geyikli İskelesinde feribotu bekledik. Neyse ki, bu sefer de adaya geçiş için herkesin döndüğü günü tercih ettiğimiz için sıradaki ilk feribotla adaya geçtik. Bu sefer de ada trafiği ile karşılaştık. 
(Not: Bu tatil, İstanbullu arkadaşlar epey arkalarından konuşmaya maruz kaldılar) Tatile gitmeden önce,  adada  arabaya gerek olmadığını duymuştum ve 'ama biz orada 2 gece kalıcaazz' diyerek tavsiyeler kulak tıkamıştım. Meğersem haklılarmış. 4 tekerlekli araç orada hiç gerekli değilmiş, hatta gerekli olmadığı gibi eziyetmiş. Otelimiz ada merkezinden biraz uzakmış ama hala yürüme mesafesindeki Ege Han otelde kaldık. Otele vardığımızda, bizi güler yüzlü bir aile karşıladı, Bizi bekliyorlarmış, odamız hazırmış ve üstelik biz gelmeden önce odamızı serinletme jestini yapmışlar. Biz tabii bu duruma çok mutlu olduk :) Günün bütün yorgunluğunun üzerine iyi geldi ki o tertemiz ve serin odaya girmek... Hemen duş alıp dinlendik. Akşama doğru yemek için adayı keşfe çıktık. 

Adada çoğunlukla balık yemekleri revaçta. Çoğu yerde rakı- balık concepti çok yaygın. Ama alternatifler de mevcut. Ancak aklınızda bulunsun, çoğu yer rezervasyonlu çalışıyor. Gitmeden önce aramakta fayda var. Biz adayı gezerken, yer sorduğumuz çoğu yere oturamadık. Ama o sırada, Bozcaada Biz Şarap Takıları ve Aksesuarları diye bir yer keşfettik. Şarapla ilgili ne ararsanız bulabileceğiniz bu dükkanda yemeği filan unuttuk, kendimizi kaybettik. Çok 'içelim coşalım' insanı olmamamıza rağmen, çok eğlendik. Bu mekanı fethettikten sonra, 
ada meydanında, şirin ve küçük bir yerde yemek yedik. Bkz: Ada Cafe 'Ne yediniz?' diye soracak olursanız, maalesef net bir cevabım yok. Çünkü adaya özel bir çok şeyden az az yedik. Zaten girdiğimiz cafe / restaurant'ın da öyle bir ana yemek menüsü tarzı bir yemek anlayışı yoktu. Yemekler daha çok, ara sıcaklar tadındaydı. Öyle olunca da bir çok şeyden tatma fırsatımız oldu. Çok da memnun kaldık

Dönüşte otele yürüdük desek inanır mısınız? Öğrendiğimiz kadarıyla küçük motor/mobilet tarzı araçlar için de ehliyet gerekiyormuş. Kiralama çabalarımız böyle suya düştü. Bey motor ehliyeti almaya karar verdi. (Ama hala başvurmadı!) Taksi ise çok denk gelmedi. Biz de bütün günün yorgunluğu üzerine bir de bu yolu yürüdük. Ay ışığında yaptığımız romantik yürüyüş sonrası odaya vardığımızda da mışıl mışıl  uyuduk. 

Ertesi gün mü? 

O da bir sonraki yazıya..

Görüşmek üzere...

Hanım

















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder