14 Ekim 2014 Salı

Bugün günlerden Gökçeada!

Merhaba Sevgili Okur,


Bugün nasılsın, bayram nasıl geçti?  Ülkem için pek aydınlık günler geçmese de, sen umarım iyisindir. Başlıktan da anlayabileceğin gibi bugünkü konumuz, tatilin 3. günü, Gökçeada olacak.
Şansına, ATLAS dergisinin  'Her Güne Bir Cennet' takviminde de yazıyı yazmaya başladığım günün cenneti Gökçeada idi :) 


Gökçeada'ya gideceğimiz gün de diğer günler gibi kalkıp güzelce kahvaltımızı yaptık. Ramazan bayramı ve tatil iç içe geçtiğinden otel personeli ile bayramlaştık. Kendileri güler yüzlü ve yardımsever insanlardı. Sonra, plaj çantamızı kaptığımız gibi arabamızla önce Eceabat'a gitmek üzere vapura geçtik, kısa bir deniz yolculuğundan sonra da Kabatepe Limanından Gökçeada vapuruna geçtik. 
Bir önceki gün, tarihi yarım ada gezisinde, bu limanın önünde geçmiştik ve saatlerce vapur bekleyen insanları görerek dehşete kapılmıştık. Bizim limana geldiğimizde ise, yine biraz sıra vardı ama 1 saatten fazla beklemeden vapura geçebildik. Ayrıca vapur beklerken Çanakkale'nin yerel markalarından Efibadem  kurabiyeleri, bayram şekeri olarak, küçük kutularda kurabiye dağıtıyorlardı. Zaten aklımda olan kurabiyeler, kendiliğinden bana geldikleri için tek lokmada kurabiyeyi mideye indirdik ve bademli kurabiyeye hayran kaldık. 

Adaya geldiğimizde, bizi önce tek bir benzin istasyonunun varlığı şaşırttı. Merkeze giden yol üzerindeki bu benzinlikte tedbirinizi almanız lazım, eğer ihtiyacınız varsa. (Adada başka vardır diye düşünmeyin, sadece bir benzinlik var) 

Şehir merkezinde ise bizi, aslında kendi halinde olan ancak bayram tatili sebebiyle birazcık afallamış bir kasaba karşıladı. Ada muhtemelen, normal nüfusunun 5 katına çıkmıştı.  Kaymakamlık ve Belediyenin olduğu kavşakta sürekli kaos yaşanıyordu. Zaten dar olan sokaklara 'çok sevgili İstanbullu' vatandaşlarımız bir de çift sıra park edince, insan önce 'nereye geldik biz?' diye soruyor. 
Başka herhangi bir zamanda gitsek, böyle bir sorun olmayacak muhtemelen ama denk geldik.

Ada hakkında söylenebilecek şeyler maddeler isek;


Adadan bir görüntü
  • Kendi halinde, doğal, samimi bir yer. 
  • Ticaret konusunda çok aktif değiller. İlk madde ile bağlı olarak, 'lüks' herhangi bir beklenti olmamasında fayda var. (Bu seneki aşırı yoğunluktan etkilenirler mi bilmem.) Hatta servis konusunda hızlı servis gibi beklentiniz hiç olmasın. Öbür yandan samimiyet, doğallık konusunda hiçbir sıkıntı yok. Nereye girerseniz girin, hiç yabancılık çekmiyorsunuz.
  • Plaj konsepti farklı. Belki ada olduğu içindir ve belki de biz ada kültürüne alışık olmadığımız için öyle gelmiştir ama ada halkında şöyle bir rahatlık var. 'Denize nerede isterseniz girebilirsiniz'. İyi hoş güzel. Lakin, insan bir şezlong ve şemsiye arıyor, ama her yerde bunları bulamıyor. Ada etrafında, denize girmek üzere planlanmış plajlar: Aydıncık, Uğurlu, Laz Koyu ve Kefalos plajları. Hepsinden de ayağımızı suya soktuk :) 
  • Adada eski Rum köyleri var. Bazılarında hayat hala devam ediyor, bazıları terk edilmiş. İsmi en çok duyulan, en hareketlisi Zeytinli Köyü, Karaköy ve Tepeköy denilebilir. Diğerlerinin de sanki keşfedilmeye ihtiyacı var gibi. 
  • Gökçeada deyince herkes, 'Madamın Dibek Kahvesi' diyor. Biz de gittik içtik, ama aklımız madamın kahvesinin karşısındaki kafede kaldı, ne yalan söyleyeyim. Kahve güzel ama Kosta amcamla biraz zor. Yeri gelmişken söyleyeyim, Zeytinli köyünde birkaç butik tatlıcı var. Olaylar daha çok bu küçük şirin dükkanlar etrafında dönüyor. Ev yapımı tatlı ve kahve konusunda ufkunuz genişliyor.
  • Gökçeada'dan geriye ne kaldı dersen, İmroza Sabun Atölyesi derim. İstanbul'dan ayrılıp, adaya yerleşen çift kendilerini şöyle anlatmışlar: 'İmroza, bir ada serüveni, bir aşk bir başlangıç, hatta yeniden doğuş… Her şey Gökçeada tutkusu ile başladı. Öylesine bir tutku ki bu, “ savrulan rüzgarı sesimiz olsun denizi kadar mavi-derin, baksın gözlerimiz, yağmur sularının arıttığı dağları kadar yüceleşsin ruhumuz, martılarla, keçilerle, lavanta ve gelincikle karışalım birbirimize, biberiye, adaçayı, papatya koksun tenimiz buram buram" diyecek kadar.

    Sabun atölyesine giden yol
    İstanbul’u geçmişe emanet edip, Gökçeada da başladık bu güne. Doğanın yaşam kuralları ve koşullarını esas alan bu yeni yaşamda kendi ekmeğimiz, yoğurt, peynir, salça, patlıcan, domatesimiz, fesleğen, nane, maydanoz, konserve, panjur, kapı, penceremiz, vs. derken kendi sabunumuzu da  yaptık. Gökçeada’nın zeytinyağı, yağmur suyu ve kokularıyla yaptığımız bu sabunlarla  yıkanmak bir ayrıcalıktı doğrusu ve biz bu ayrıcalığı dostlarımızla paylaştık. Onlar dostlarıyla, dostlar dostlarla derken, sizlerle de paylaşmaya karar verdik.' (Tık Tık)  Mağaza/Atölyelerinde hem kendi ürettikleri binbir çeşit sabunları satıyorlar hem de Çanakkale'ye özgü, güvendikleri yerel markaların ürünlerini de tezgahlarında bulunduruyorlar. Örneğin, Suvla Şarapları, Kilye Doğal Ürünleri, Biz, gıda ürünü dahil bir sürü alışverişler yaptıktan sonra, bunları taşıyacağız diye karalar bağlarken,  atölye sahibi Aziz Bey, ürünleri kargolayabileceğini söyledi. Hatta ilerde ilerde sipariş verdiğimizde de aynı şekilde gönderebileceğini iletti. Tabii ki havalara uçtuk. Aldıklarımızı ödedik, adreslerimi paylaştık, sabun kokuları eşliğinde mest olmuş bir şekilde atölyeyi terk ettik. (Meraklısına not: ürünlerimiz sapasağlam ve eksiz geldiler. Çok memnun kaldık. Meraklısına ikinci not: Bu yazımda kendilerinden bahsetmek üzere izin istediğimde, Aziz Bey'den, biz döndükten sonra tatsız olaylar yaşadıklarını öğrendim. Rant peşinde koşanların, adadaki ekolojik düzeni bozmak isteyenlerin çeşitli 'denetleme' oyunları ile bu güzel insanları sindirme çabaları çok sinir bozucu. Yaşananları kendilerinden  bu link ile öğrenebilirsiniz. Ayrıca konuya Çanakkale Olay Gazetesinde Sermet Atadinç'in bu ve bu yazılarında değinmiş.) 
  • En çok neyi özledin dersen de deniz derim. O masmavi, soğuk, insanı girince çivi gibi yapan, tertemiz berrak sularda yüzmeyi çok özledim. Yukarıdaki maddelerde sanki şikayet ediyormuşum gibi izlenim oluşmuş olabilir, ona takılmayın. Onlar sadece, İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerde yaşayıp, inşaat gürültüsüne, bitmek bilmeyen koşturmacaya, yüksek binalara ve AVM'lere alışmış zavallı insanların yaşadığı şaşkınlıktan başka bir şey değil.  Bir de konu deniz olunca, insan gerçekten temiz deniz arıyor  3 tarafı denizlerle çevrili ülkemde(!).  

Zeytinli Köyü

Adada bir sokak
Dönüş yolculuğuna gelirsek, vapurla önce Eceabat'a sonra da Çanakkale'ye geçtik. Arada tabii ki bir takım muzurluklar yaptık. Vapur beklerken, gözümüze ilişen peynir helvasından yedik. Çanakkale'ye gelmişken, peynir helvası yemeden olmazdı. Bey, sağolsun yanında dondurma da almış. İkisi birlikte güzel gitti.Lakin, ağır bir tatlıymış, küçük porsiyonlar halinde tüketilmeli, bilginiz olsun.

Görüşmek üzere..

Hanım




2 yorum:

  1. İmroza oradaki en önemli turistik unsur. Neden taş koyuyorlar anlamadım. Katkısız tahin bile var ulen:D

    YanıtlaSil
  2. Yerel işletmelerin olması, adanın kendi kendine kalkınmaya çabalaması birilerine dokunuyor gibi nedense..

    YanıtlaSil